Cevap: O hâlde öğrendik ki ibâdet çeşitlerinden herhangi birinin yöneltildiği herşey ve herkes Arap lüğatında ilâhtır. İbâdetten herhangi bir şeyi herhangi bir şeye yönelten de o şeyin kuludur. İsterse tek bir amel yapsın onun kulu olur.
O hâlde ölüye dua edip yalvaran veya «Yâ Huseyn» ya da «Yâ Filân» yalvaran veya bir kabre kurban kesen ya da ona adak adayan veya onun ismi ile seslenen, şiddetli hâllerde ona nidâ eden, onu ilâh edinmiş ve onun kulu olmuştur. Allah'ın ulûhiyyetini ikrâr etse de o müşriktir. Allah'ın ulûhiyyetini ikrâr ediyor ama ibâdetin bazı çeşitlerini Allah tebâreke ve ve teâlâ'dan başkasına da yapıyor. Allah'ın ulûhiyyetini ikrâr etmesi onu şirkten çıkarmaz.
Çünkü bütün müşrikler Allah'ın ibâdet edilmeye müstehak ilâh olduğunu ikrâr ediyorlardı. Bunu esâsen inkâr da etmiyorlardı. İbâdet ettiklerinin Allah'a denk olduğuna veya O'na benzediğine ya da O'nun gibi olduğuna i'tikâd ediyor değildiler. Bilakis putları O'nun kulları sayıyorlardı. İşte onlar buna rağmen müşriktiler. Allah azze ve celle'nin ibâdete lâyık olduğunu i'tirâf etmeleri kurtuluşa ermeleri veya kanlarının ve mallarının korunması için yeterli olmadı.
Onların tevhîd ile vasfedilmeleri için de yeterli olmadı. Çünkü onlar muvahhid değildiler. Gerekli olan Allah azze ve celle'nin ibâdete müstehak olduğunu söylemek ve O'ndan başkalarına ibâdetin de bâtıl olduğuna i'tikâd etmek, sözlü ve fiilî olarak o ibâdet edilenlerden teberrî etmektir.